El-Müsavvir
“Varlıklara en güzel şekil ve suret veren
Onları en uygun renk ve biçime erdiren”(1)

Ormana ektiğim buğdaylar gelişiyor ve döngü devam ediyor. Toprağa düşecek, kuşlar yiyecek, bir kısmı tekrar çıkacak. Buğday başaklarını çok sevdim. Bu başakların önemli bir hikayesi var. Ormanda yürürken etrafa buğday saçıyorum dediğimde, farklı tepkiler almıştım. Olur mu öyle şey diyenler, çoğunluktaydı. Olumsuz önermelerin arasında bizim başaklar büyüdü. Neden yürürken yanımıza buğday alıp yol kenarlarına serpmeyelim? Bu fikir küçük bir eylem olarak görülebilir; fakat biliyorum ki çığ gibi büyüyecek ve yayılacaktır. Ayrıca olmaz denilen , ormana diktiğimiz meyve fidanları da toprağa tutundu. Seneye onların meyvelerini de görmek nasip olur inşallah. Bu bizim için hoş bir deneyim oldu.
Sadece ormanda mı olur bu faaliyetler? Hayır, yürüdüğümüz tüm yollara sebil olarak tohum ekebiliriz. Aynı şekilde bir meyve fidanı da dikebiliriz veya meyve çekirdeklerini toprakla buluşturabiliriz. İşi biliyorsak yabani bir meyve ağacını aşılayabiliriz. Aşı yapmayı bilmiyorsak da öğreneceğiz. Kısaca aklımızı ve kalbimizi iyilik için çalıştıralım,daha güzel şeyler karşımıza çıkacaktır. Bütün mesele tabiat okuluna talebe olmakla başlıyor. Yürüyüş yaptığımız yerlerde görüyoruz; aşılı fidanlar, su yalakları, şırıl şırıl akan çeşmeler… Atalarımız bu eserleri bıraktı, biz önce onların bıraktığı emanetlerin bakımını yapacağız , sonra da bu hayrata yenilerini ekleyeceğiz. Güzel işler bizim geleneğimizdir. İyi adetlerimizi zenginleştirerek gelecek nesillere taşımalıyız.
Neden Tabiat Okulu ?
İnsanın ve kainatın fıtratına/tabiatına uygun yaşamak için “Tabiat Okulu” diyorum. Bu bağlamda fikir üretmek ve yaşadığım deneyimleri paylaşmak istiyorum. Kamp, yürüyüş gibi etkinliklerle tabiata yakın olmaya çalışıyorum. Tabiata talebe olursan , O sana öğretir. Tabiat okulu büyük bir hayalin ürünü. Hayal ettiğim okulu www.tabiatokulu.com sitesinde olgulaştırıyorum. Zamanı geldiğinde güzel bir tepeye sırtımızı verip, şırıl şırıl akan bir dere kenarına nasip olursa otağımızı kuracağız.
Tabiat okulu aynı zamanda bir “Ahi Köyü” olsun istiyorum; sanat, zanaat, muhabbet, tabiat, iktisat, kanaat… derslerini birlikte okuyalım ve okutalım. Alanında en iyi hocaları tabiat okulunda misafir edelim, hem hocalarımız tabiatla tanışsın hem de talebeler hocalardan istifade etsin. Köy hayatını hem korumalıyız hem de geliştirmeliyiz. Geleneğimizde aile çiftçiliği ve köy önemli bir iktisadi sistemdi. Bu bağlamda Osmanlı iktisadi sistemi ve aile çiftçiliği iyi incelenmelidir. Mehmet Genç hocamız bu konuyu kitabında güzel anlatır.”Ziraatte, mümkün olan en yüksek düzeyde üretimi gerçekleştireceği düşünülen işletme tipi , orta büyüklükte aile işletmesi idi . Toprağın verimine göre 60 ile 150 dönüm arasında bir arazi tahsis edilen bu aile işletmelerinin yaygın biçimde korunması başlıca hedefti. Aile işletmelerinin, parçalanarak küçülmesini veya yeni arazi ilavesi ile büyük çiftliklere dönüşmesini önlemek üzere Devlet , ziraî toprakların mülkiyet hakkını fertlere bırakmaz kendi elinde muhafaza ederdi.” (2) Aynı şekilde Ahilik teşkilatı da fiyatları,üretimi, kaliteyi kontrol ederek iktisadi dengeyi sağlamış hem tüketiciyi hem de üreticiyi korumuştur. Kısaca her şeyde bir ölçü var. Bugünün iletişim ve ulaşım imkânlarıyla şehir gibi köyler kurmak mümkündür.
Ben bir dere kenarında bu yazıyı bitirmeye çalışırken; bahçesini sulayan Cemal amca yanıma geldi, çay ikram ettim ve muhabbet başladı. İkram et ikram bul! Cemal amca bir süre sonra bahçeden mısır,salatalık getirmiş. Verirken “Bak bunlar ata tohumu, salatalık çekirdeklidir; ama doğaldır. Eskiden domatesimiz vardı, kızardığında iki günde yenmezse çürürdü,şimdi kaya gibi çürümüyor;fakat ne koku var, ne de tad.”diye ekledi. Ben: “Ne güzel şurada bir tulumba yaptırılmış, ona bir yalak eklenirse güzel olur.” dedim. Cemal amca :”Tulumbayı ben yaptırdım, biraz daha derinleştireceğim inşallah, sonra da yalak ekleyeceğim.”dedi. Tabiat adamı konuştu ,ben sustum.
Tabiat deyince romantikler için de bir iki ekleme yapayım. Cemal amcaya “Doğada pazartesi yoktur.” desek ne der? Bayram günü çekmiş çizmeleri bahçe suluyor. Tabiatta çalışana her gün pazartesi; çünkü onlar pazar da çalışıyor. Cebinde parayla tatil yapanlar ,doğada pazartesi yoktur, diyebilir. Köy hayatına iki gün katlanmayacakların köy güzellemesi yapması kolaydır. Hatta oturduğu masa başından neden köye dönmüyorsunuz, diyerek feryat eden de çok. Hadi konforu bırak bir dön bakalım. Çocuğunu ilk ve orta okulda taşımalı eğitime mi vereceksin, yoksa o yaşta yurtta mı kalacak? Oysa işin tabiatı farklı. Kızılderili atasözünden ilhamla “Cemal amcanın çizmelerini giymeden ahkâm kesmeyelim.”
Çocuklarımızın tabiata duyarlı yetişmesi için de tabiat okulu diyorum. Oğlumla yürürken minnacık bir kedi görüyoruz. Gözünün biri kapanmış. Yüzünü yıkadık, çapaklar açıldı. Sonra minik kedi canlandı. En yakın kedi evine bıraktık. Hüseyin Cemil bisküvilerini yavru kediyle paylaştı. Başka bir gün Hüseyin Cemil ile llgaz Dağları eteklerinde Benli Sultan Tekkesi civarında su oluğu temizliği yaptık. Hayır sahipleri tabiata bırakmış. Rabbim hayırlı ömür verirse bu çocuk büyüdüğünde yol kenarında çeşme, yalak gördüğünde bakımını yapmaz mı? Ahilik-Tabiat eğitim metodunu önce kendi çocuklarıma uygulamaya çalışıyorum. Mesela ahilik geleneğinde on yaş mesleğe başlama yaşıdır. Bir esnaf yanında çocuğumun yamaklık dönemi başladı ve kişisel gelişiminde çok faydalı sonuçlar elde ettik. Bu konuyu özel olarak yazacağım. Elhamdulillah. Kızım Meryem Sena sekiz yaşlarındayken resim çizdim diyerek koşarak yanıma gelmişti. Çizdiği resimde büyük harflerle “Doğayı Koruyalım.” yazıyordu. Çocuklarımızla kendi fidanlarımızı üretebiliriz. Öncelikle meyve çekirdeklerini çöpe atmayalım, toprakla buluşturalım. Ailemizle yaşıt çekirdekten yetişmiş kayısı, hurma, elma, limon, incir ağaçlarımız var.
Tabiatın içinde olduğunuzda öğrenirsiniz.
Lider bir dal vardır . Budama yaparken lider dala dikkat edilir. Lider dalı olmayan ağacın verimi düşer, zamanla kurur. İyiliğe liderlik böyle bir şey. Çiçek açmamışsan nasıl meyve verebilirsin? Çiçeği erken açarsan sert rüzgara, dona , ayaza dayanamazsın. Her şeyin bir vakti var, her şeyin bu alemde bir görevi var. Ne geç kal, ne erken aç. Bahçıvana çırak “ol”madan eğitmen olma!
“Tarlayı ay karanlığında sür ki otlar bayram etmesin.Tarlayı ay aydınlığında ek ki tohumlar bayram etsin.” Bizim aile çiftçi;fakat hiç böyle bir şey duymadım. Belki biliyorlardı;fakat bize söylemezlerdi. Gençlere anlatmalı,bilenlerden öğrenmeli.
Kül önemli. Meşe külü daha önemliymiş. Boşuna dememişler “Komşu komşunun külüne muhtaç” Zeytinyağı sabunu yaparken de kül kullanılırsa daha sağlıklı imiş. Fırınlarda da meşe odunu koku yapmadığı için tercih edilirmiş. Banyoda doğal zeytiyağından üretilmiş sabun, bulaşık makinasında külden elde ettiğimiz temizleyiciyi kullanıyoruz. Meyve kabuklarından ve her türlü meyveden doğal sirke yapıyoruz. Ben inanıyorum ki sıfır atık ve yüzde yüz tabi bir yaşam mümkün.
At Kestanesi “Almanya’da ginko ve sarı kantarondan sonra en çok satılan şifalı bitkidir.” Bunu okuyunca yerde yuvarlanan at kestanelerine bakıyorum. En azından kestaneleri toplayarak ağaçsız yerlere savursak. Meşe palamudu gibi sağlam bir tohum.
Golden tüm elmaları döllermiş. Beyaz kiraz aynı şekilde mutlaka kiraz bahçesinde bulunmalıymış. Tabiatın dervişleri hazine, onların yanına kalem kağıtla oturmak gerekiyor. Siz siz olun çevrenizdeki tabiat aşığı büyüklerden mutlaka istifade edin.
Fidan dikim sezonu geldiğinde (Mart-Nisan) Hava almayacak şekilde fidanı dikelim. Çukuru üstteki yumuşak toprakla dolduralım. Dervişten yeni öğrendiğim ise uzun süre fidanın yanına uğrayamayacaksak dibini ince kum ile örtmek. Toprağın çatlamasını önlermiş ve hava almayı kesmezmiş. Denedim, iyi bir yöntem.
Kiraz fazla budanmaya gelmez, küsermiş. Gelen soru üzerine Derviş: “Şubat ayı budama için erken” dedi. “Banyo yap soğuğa çık ne olur? Hasta olursun, işte ağaç için soğuk iklimde durum aynıdır.” diye ekledi. Yani iklime göre tabiat işçiliğinin zamanı değişiyor.
Keyifsiz ağacın dibine küflü çivi ve balık kılçığı gömmüşler, ağaç kendine gelmiş.Oksitli demiri anladık,kılçık omega için mi? İşte bunları hep yazmak lazım. Mesela yumurta kabuğu bitkinin kalsiyum ihtiyacını karşılıyor.
Yeri gelmişken bir kiraz bahçesinde gördüğüm ilaçsız böcek uygulamasını da ekleyeyim. Mavi küçük kova içine su doldurup ağacın dibine koyuyorsunuz. Kirazların azılı düşmanı böcek bir yudum alıp suya koşuyor. Gidiş o gidiş.
Tabiatın dervişine danışan iki adam problemi söyledikten sonra “Şimdi ne ilaç atacağız.” dedi. Derviş bir ilaç isim söyledi. “Eyvah!” dedim , dervişlik gitti. 🙂 “Bu ilacın tabi olanı yok mu?” diye sordum. Derviş “İsmine takılma; kireç ve göztaşı.” dedi. Evet, mutlaka doğal bir yöntem vardır. Tabiata dost olan doğal olanı araştırsın.
Tabiatta tedarikli olmalıyız. Tabiat okulu talebesinin aracında bulunması gereken malzemeler bir hayli fazla. Çakı, testere, bağ makası, balta, aşı malzemeleri , kuş-kedi-köpek vb. için yiyecek, fidan ekmek için çapa…
Son olarak tarımdaki teknolojik gelişmeleri dışlayalım mı? Geleneğimizde teknoloji ve hayatın birbirinin sınırlarını koruduğu güzel örnekler var. 12. yüzyılda yaşamış el-Cezeri tabiatla uyumlu otomatik makineler geliştirmiş, bence Cezeri ve Takiyüddin tabiatla uyumlu teknoloji için güzel bir referanstır. Tarım ve teknoloji buluşmasına bir örnek verelim. Güneş enerji santrali haberi okuyunca aklıma geldi; güneş enerji seraları kurulabilir. Altı sera üstü enerji. Nem oranlarının ölçüldüğü, otomatik damla sulama sistemleri artık çok zor değil. Ölçülü bir şekilde teknolojik gelişmelerden istifade edilebilir.
Tabiatta yaşam da öğrenilebilir. Bunun için dertlenmeliyiz. En önemlisi geç kalmamalıyız. Büyükler o kadim bilgilerle aramızdan göçüp gitmeden onlardan istifade etmeliyiz ve en kısa zamanda müstakil bahçeli yaşama geçmeliyiz. Bu yolda önemli bir adım attım. Otuz yıl sonra çocukluğumun bahçeli ev hayatına geri döndüm, Kastamonu’da tabiatın içinde yaşıyorum, tavuklarımız var, kendi ellerimle yaptığım kerpiç kümesten günlük yumurtamı alıyorum. Son okuduğum bir veride “Türkiye sebze üretiminde dördüncü ,meyve üretiminde beşinci.”(FAO 2019) Milyar nüfuslu ülkeler ardından bu sıralama da çok önemli. Yollarda ağaçtan düşmüş çürüyen meyveler, çöpe dökülen sebzeler gördükçe doğru planlama ve yönetimle birinci de olabiliriz diye aklımdan geçiyor. Bilgi transfer edilir; fakat toprak transfer edilemez bu nedenle; Endüstri projelerinden önce Tarım 5.0 projemiz olmalıdır. Üzerinde yaşadığımız bu verimli toprakların değerini bilelim. Gelecekte dün olduğu gibi istikbal yine kendi kendine yeten ve doğal beslenebilen toplumların olacaktır. Allah’a emanet olun.

1-Nuri Baş, Mânâ ve Mefhûmlarıyla Esmâ-i Hüsnâ, Konya:Damla Ofset, 2007, s. 14.

Cihad Meriç

Dunyabizim.com sitesinde yayınlanmıştır.